Vermek Çoğalmaktır
Bir zamanlar bir
köylü bir medresenin kapısını çaldı. Kapılara bakan talebe gelip kapıyı
açtığında köylü ona nefis bir salkım üzüm uzattı. “Bunlar benim bağımın en
güzel üzümleri. Size hediye olarak getirdim.” “Teşekkür ederim” dedi talebe.
“Onları hemen hocamıza götüreceğim. İkramınızdan çok memnun olacaktır.”
“Bana mı?” Talebenin
yüzü kızardı. Böyle güzel bir hediyeyi hak ettiğini düşünmüyordu.
“Evet!” diye ısrar
etti köylü. “Çünkü ne zaman bu kapıyı çalsam onu sen açıyorsun. Ne zaman
ürünlerim kuraklıktan kırılsa, bana hergün sen yiyecek ekmek veriyorsun.
İnşallah bu üzüm salkımı da sana güneş ışığı gibi ılık ve yağmur gibi güzel
İlâhî rahmeti getirir. Çünkü, bak, ne güzel yaratılmışlar.”
Talebe o sabahı üzüm
salkımını tefekkür ederek geçirdi. Üzümler sahiden de harika yaratılmışlardı. O
yüzden salkımı hocasına ikram etmeye karar verdi. Çünkü kendilerine ilim ve
hikmeti öğreten oydu.
Hoca, talebenin bu
ikramıyla çok mutlu oldu. Ama sonra hemen medresedeki hasta talebesini
hatırladı.
“Üzümleri ona hediye
edeyim. Kimbilir belki onlarla sevinir ve daha çabuk şifa bulur.”
Düşündüğü gibi de
yaptı. Ama üzümler hasta talebenin odasında da fazla kalmadı. Hasta talebe
şöyle düşünmüştü:
“Medresenin aşçısı
beni günlerce en iyi yemeklerle besledi. Eminim bu üzümleri o daha çok hak
ediyordur.”
Aşçı ona öğle
yemeğini getirdiğinde, üzüm salkımını ona hediye etti:
“Allah’ın yarattığı
sebze ve meyve gibi harikalarla en yakın olan sensin ve dolayısıyla da bu İlâhî
sanat eseriyle ne yapılacağını en iyi sen bilirsin.”
Aşçı üzümlerin
güzelliğine hayran olmuştu. Bu üzümlerin güzelliğini ve harikalığını kimse
kitaplardan sorumlu talebeden fazla takdir edemezdi. O, tefekkürüyle ve ince
düşünüşüyle medresede şöhret kazanmış bir gençti.
Üzümleri görür
görmez en küçük şeyde bile İlâhî sanat ve nakışların en yüksek derecede
yansıyabileceğini derinden kavradı o talebe de. Yüreği bu sanatın ve güzelliğin
Sahibine sevgiyle doldu. Tam bu sırada, medreseye ilk geldiğinde kendisine
kapıyı açan talebeyi hatırladı. Şefkatiyle, tevazuuyla, sevecenliğiyle,
sıcaklığıyla benzer duyguları yaşamasına vesile olmuştu o arkadaşı da.
Ve böylece daha
akşam olmadan, çiftçinin medreseye getirdiği üzüm salkımı kapıya bakan talebeye
geri dönmüştü bile.
İşte o zaman bu
talebe bu üzümlerin gerçekten de kendi kısmeti olduğunu anladı. Ve birşeyi daha
anladı. Cömertlik dostluğun en parlak bir nişanıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder